‘Gezi’ İmamı Fuat Yıldırım: ‘Cumhurbaşkanımıza Nasıl Yalan Söylersin’ Diyerek Dövdüler
Gezi eylemleri sırasında “camide içki içildiği” iddiasını doğrulamayan Dolmabahçe müezzini Fuat Yıldırım, 10 yıl sonra yaşananları ilk kez İsmail Saymaz’a anlattı. Saldırıya uğradığını ve ölümle tehdit edildiğini söyleyen Yıldırım, “Cumhurbaşkanımıza nasıl yalan söylersiniz?”
10 yıl önce dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemleri sırasında “Camide bira içtiler” açıklamasını onaylamadığı ve 1999’dan milletvekili adayı olduğu Dolmabahçe müezzini Fuat Yıldırım’ın gündeme gelmesiyle gündem oldu. CHP, yaklaşan seçimler için yaşadıklarını anlattı.
Sözcü’den İsmail Saymaz’a konuşan Yıldırım, camide yaşananları şu sözlerle anlattı:
Saatler geçtikçe şiddet ve panik artıyor. İçeridekiler kapıları kilitledi. Çünkü artık yapmıyor. Birçok yaralı. Ya kendini denize atacak ya da mescide girecek. Bir küme kepçeyi kapıyor, Dolmabahçe binasına doğru… Polisler içeri giriyor. Kabataş tarafı kesildi. Gümüşsuyu kapatıldı. Radyo mikrofonunu, minarenin ses sistemini açtım. Alana hitap etmeye başladım. İçeride sayısız yaralı var, lütfen baskı yapmayın, caminin kapısını açın da yaralıları çıkaralım’ dedim. biraz sakinleştim Mikrofonu aldım. Çarpıcı bir sese sahip olmalıdır.
Tekbir alarak camiye girdim. Bütün kafalar döndü. “Ben caminin hocasıyım, bana itaat etmezsen dışarıdaki arkadaşların bizi yakar, beni dinle, polis benim iznim olmadan müdahale edemez” dedim. Oturup dinlediler. Provokatörleri susturdular. Onun milli ve dini duygularına dokunarak onu sakinleştirdim. “Senin adına polisle görüşeceğime söz ver,” dedim. ayakkabı bulamadım Yalınayak dışarı çıktım. pazarlık yaptım Baskıyı azalttılar. ‘Dışarı çıkabilirsiniz ama Taksim’e gitmek yok’ dedim. Sabah namazı için gerçek camii teslim aldık.
Güvenlik görevlisi ile kontrol ettik. Caminin ikinci girişinden girildiğinde bayanlar mahallindeki pencerenin önünde ezilmiş boş bir bira kutusu ve kırık bir parke taşı vardır. Çocuğa “Hiçbir şeye dokunmuyorsun, olay yeri inceleme ekibi gelecek, açarsın derlerse temizlikçiler girsin” diyorum. Bakan gelse de almıyorsunuz” dedi.
Saat 9 civarında güvenlik görevlisi geldi. “Hocam” dedi, “Meclisten biri camiye geldi.”
Bugün Milli Saraylar’ın lideri olan Yasin Yıldız, “Ben TBMM Genel Sekreter Yardımcısıyım. Camiyi görmemiz lazım” diyor. Memurlar korkar, açarlar. Yıldız ekibiyle birlikte kamerayla çekim yapıyor. Olay yeri incelemesine girmeden. Bu kanıt karartılıyor. Sonunda oldu.
İçeri girdim. ‘Efendim izinsiz ateş edemezsiniz, suç işliyorsunuz’ dedim.
Pencerenin önündeki bira kutusu yerdeydi. Caminin içinde, yerde. Halının üstünde.
Onları çıkardım. Kapıları kilitledim.
Ertesi gündü. Radikal Gazetesi açıyorum. manşet Bira kutusu sunağa atılır, yakınlaştırılır. Kürsüye atılır, yakınlaştırılır. Caminin göbeğine atıldı, zumlandı. Güya o bira kutusu 10 bira kutusu.’
Saymaz, ‘İçki gördünüz mü?’ diye sordu. Yıldırım, soruyu şöyle yanıtladı:
‘İçki içtiğini görseydik, o adamı hayatta tutar mıydık! Öyle anlatılır ki sofra kurulur, âlem yapılır. Hatta bazı cahiller işi öyle bir noktaya getirdiler ki camide söylenemeyecek sözler.
Sevişir gibi öptü…
Daha ağır… Bunlara değer mi? Evet, nerede kalmıştık? Ölmüş müydük? Birisi benim tapınağımda sevişecek ve içecek. Kendi gözlerimle gördüm. Yaşlı bir amca elinde sigarayla içeri girmek istedi. Dışarıda içti. İçerideki o doktorlar geldi, tekmeledi, tokatladı. “Burası tapınak, böyle davranamazsın” dedi.
Böbrek hastası olan Yıldırım, kendisine böbreğini veren müezzin arkadaşının mobbinge uğradığını söyledi.
– Bu dönemde böbrek hastalığınız oldu. Bu olayların etkisi oldu mu?
değil mi Böbreklerim gerçekten sorunluydu. Düşünce, gerilim, keder. Sonunda bizi diyalize aldı.
– Müezzin arkadaşın Mahmut Ceylan’ın verdiği böbrekle yaşıyorsun değil mi?
O kadar ilginç ki bana böbreğini veren çocuğu bile mobbinge uğratıyorlar.
– Nereden?
Bana böbreğini verdiğin için. Bana yaşama hakkını verdiğin için. Böyle bir Müslümanlık olur mu?
“Diyanet’in teftiş kurulu gelip konuyu devraldı. Araştırmalarını yaptılar. Raporlarını yazdılar. Bize dokunulmadı. Ama politik olarak kullanılmaya başlandı. Erdoğan yanlış kişiler tarafından bilgilendirildi, bununla yetindi. Her mitingde “Camide içtin, ayakkabınla girdin” dedi. Başkan ne zaman konuşsa beni tehlikeye atıyordu. Tehditler yağmaya başladı. Can güvenliği telaşım artmaya başladı.
İkinci muayene raporuyla beni engellediler. Kayaşehir’e atandım. Gitmedim. ‘Artık’ dedim, ‘bitti, bırakacağım.’ Diyanet İşleri Başkanı elçi gönderdi ve geçici olarak Arap Camii’ne tayin edildim.
“Başka baskılarla karşılaştınız mı?” Soruyu yanıtlayan Yıldırım, şunları söyledi:
Ne zaman bir gündem olsa tehditler başlar. Adam telefonu bana açıyor, “Basına çok malzeme verirsen kafanı kırarım” diyor. Bunlar benim yiyip yutacağım şeyler değil. “Pekala, gel kafamı kır.” Sonunda yapıldı.
Dolmabahçe’de bir benzin istasyonu var. Akşamları bakkal yok. Ama benzin istasyonunu kullanabiliriz.
O sırada henüz lojmanı boşaltmamıştım. Evleri polis zoruyla boşalttırdılar. Bir şeye ihtiyaç vardı. Benzin istasyonuna giderken yatsı namazından sonra takip edildik. Muhtemelen hayır, silahlı altı kişi tarafından falan. ‘Cumhurbaşkanımıza nasıl yalan söylersiniz’ diyerek kültüre koştular. Boğuştuk, kavga ettikten sonra biri silah çekti.
‘O zaman sık sık çekmişsin’ dedim. cesaret edemedi. Tabancanın dipçiğiyle vurdu. Derimi yırttı, aldı götürdü. Geri dönmek zorunda kaldım. Evde hasta bir yengem var, kanser hastası, ona biz bakıyoruz. Küçük bir kızım var. Kırık başı ve kanı görmemeli. Travma açılır. Kan durmuyor. ‘Bu iş olmaz, seni hastaneye götürelim’ dediler. ‘Basına gidiyor’ dedim. Kan taşını ovuşturarak kanamayı durdurdum.’
Yazının tamamı için İsmail Saymaz